21 Mayıs 2014 Çarşamba

ÇOCUK GELİŞİMİ


GELİŞİM PSİKOLOJİSİ HEDEFLERİ

GELİŞİM PSİKOLOJİSİ
A. Ünitenin Temel Hedefleri:
 Eğitim Psikolojisi dersine ilişkin beklentilerin oluşturulması. Bu dersin,
öğrencilerin akademik, sosyal, psikolojik ve mesleki kimliklerine olacak katkılarına
ilişkin bir anlayış oluşturmak.
B. Öğrenim Çıktıları:
Bu derste öğrenci;
1- Gelişim psikolojisine ilişkin olumlu bir tutuma sahip olur.
2- Gelişim psikolojisinin akademik, sosyal psikolojik ve mesleki kimlik gelişimi
için ne kadar önemli olduğunun farkına varır.
3- İnsan davranışlarının neden olmadığını anlar ve anlayışla kendine ve diğer
insanlara davranır.
4- Psikolojisinin ilişkilendirildiği belli başlı alanları bilir ve her bir alanın amaç ve
işlevselliği hakkında farkındalığa sahip olur.
5- Bilgi üretme sürecinde ya da insan davranışlarını incelemede kullanabileceği
yöntemleri tanır ve bu yöntemleri kullanma bilişsel yeterlik, duyuşsal özellik
ve davranışsal becerilerine sahip olur. GİRİŞ
Psikoloji Tanımı?
İnsan davranışları ve bu davranışlar altında yatan asıl nedenleri bulmaya çalışan bilim
dalıdır. Bu gün psikoloji kendine özgü yöntemleri ve inceleme alanı insan olan, diğer bilim
dallarıyla ilişkili ve kendi içinde alt dallara ayrılmış bir disiplindir. Bu alt dallardan bazıları
aşağıda verilmiştir.
Psikolojinin Alt Dalları
 Psikoloji bir alanla ilişkilendirilmiştir. Bu ilişkilendirme sonucu ortaya çıkan alanlara
psikolojinin alt dalları denir. Amaç psikolojinin bulgularının ilgili alanda daha işlevsel
kullanılmasını sağlamaktır. Bu alanlardan bazıları aşağıda verilmiştir.
Deneysel Psikoloji: Psikolojiyi bir doğa bilimi olarak ele alır ve davranışın temel
ilkelerini bulmaya çalışır. Özellikle algı, öğrenme, motivasyon ve davranışın fizyolojik
temelleri üzerinde durur.
Klinik Psikoloji: Daha çok gözlem, mülakat ve test tekniklerini kullanarak bireylerde
görülen davranış bozukluklarının tedavisine çalışır. Psikiyatrisiler ilaçla tedavi
üzerinde yoğunlaşırken, klinik psikologlar daha çok psikoterapi üzerinde çalışırlar ve
her ikisi de birlikte çalışırlar.
Sosyal psikoloji: İnsan davranışlarını etkileyen sosyal çevreyle ilgilenirler. Sosyal
gruplarda meydana gelen kişiler arası etkileşimler, tutumların ölçülmesi, değerlerin
araştırılması gibi çeşitli konular üzerinde durur.
Danışmanlık Psikolojisi: Klinik psikologlar ağır psikiyatrik vakalarla çalışırken,
danışmanlık psikologları daha hafif düzeydeki duygusal, kişisel, uyum vb. konularla ilgilenir.
Endüstriyel Psikoloji: İş veriminin artırılması, personel seçimi, çalışanların psikolojik
problemleri, çatışmaları, uyumları vb. gibi konularda çalışmalar yapar.
Eğitim Psikolojisi Nedir?
Psikolojinin bulgularının en fazla uygulandığı alanlardan biride eğitimdir. Eğitim
psikolojisi, insan zihin ve davranışlarının eğitim süreciyle ilişkili olarak incelenmesidir.
Psikolojinin insan gelişim ve öğrenmesine ilişkin bulgularının eğitime uygulanmasıdır. Eğitim
psikolojisi neyin, nasıl ve ne zaman yapılması gerektiğini araştırmaya çalışır.
- Eğitim psikolojisinin bulgularından sınıf ortamında yaralanılması öğretmenin ve
öğretimin niteliğini artırır.
- Eğitim psikolojisinin temel ilkelerini bilen öğretmenler sınıf içinde daha rahat
davranırlar.
Eğitim Psikolojisinin Kullandığı Başlıca Yöntemler
I. Betimsel Yöntemler
1) Gözlem
 Gözlem kendiliğinden oluşan ya da bilinçli olarak hazırlanan olayları, belirdikleri sırada
sistematik ve amaçlı bir biçimde incelemektir. Gözlem becerisi öğretmenin sınıf içi süreçleri anlaması ve yönetmesi için son derece önemlidir. Gözlem bilimsel yöntemin her aşamasında
başvurulan bir araçtır ve doğal ve sistematik olmak üzere ikiye ayrılır.
a) Doğal Gözlem:
 Olayları kendi doğal şartları içinde müdahale etmeden gözlemektir. Belirli bir
tekniğe dayanmaksızın tesadüflere bağlı olarak yapılır. Çok zaman alması, değişkenleri
kontrol etme güçlüğü olumsuz yanları olarak söylenebilir.
b) Sistematik Gözlem:
Bu yöntemde, davranışlar araştırıcının belirlediği şartlar içinde gözlenir. Gözlem
yapılırken standart gözlem araçları ve yöntemleri kullanılır. Bu gözlemde araştırıcı doğal
gözlemde olduğu gibi her davranışı değil, sadece ilgilendiği davranışları gözler.
II. Korelasyon Yöntemi
Korelasyon herhangi iki değişken arasındaki ilişkiyi ifade eder. Korelasyonda tek bir
gruba ait iki ayrı puan dizisinin olması gerekir. Korelasyon katsayısı +1 ile –1 arasında bir
değer alabilmektedir. İki puan dizisi arasındaki ilişki yüksekse korelasyon katsayısı +1
olmaktadır.
r= 0,00 ilişkinin yokluğu
r= 0,50 orta düzeyde olumlu ilişki
r= 1,00 tam olumlu bir ilişki
r=-1,00 tam fakat olumsuz bir ilişki
III. Deneysel Yöntem
Değişken gözlenebilin ve farklı değerler alabilen özelliklerdir. Ağırlı, cinsiyet, yaş ve
boy gibi özellikler buna birer örnektir. Değişkenler bağımsız ve bağımlı olmak üzere iki
gurupta toplanabilir. Ayrıca değişkenler sürekli olup olmamalarına göre de sürekli ve
süreksiz olarak ikiye ayrılırlar. Örnek, Cinsiyet sürekli değişken, akademik başarı süreksiz
değişken.
Bağımsız Değişken: Hiçbir şeye bağlı olmadan araştırıcı tarafından değiştirilebilen ve
bağımlı değişkendeki değişikliklere neden olduğu kabul edilen değişkendir. (Neden)
Bağımlı Değişken: Bağımsız değişkendeki değişmeye bağlı olarak durumu değişen
değişkendir.(Sonuç) Başka bir ifadeyle bağımsız değişken etkileyen, bağımlı değişken ise
etkilenen değişkendir.
Deney Yönteminin Diğer Yöntemlere Olan Üstünlüğü:
1. Kontrol edilebilir olması
2. Tekrar edilebilir olması
3. Neden-sonuç ilişkisini veriyor olması olarak sıralanabil

KOHLBERG VE AHLAK GELİŞİMİ

Kohlberg ve Ahlak Gelişimi

kohlberg 1969 229x300 Kohlberg ve Ahlak Gelişimi
Bireyin ahlak gelişiminin geçirdiği aşamaları ve bu aşamaların birbirleriyle ilişkilerini ve ahlak gelişimini belirleyen temel prensiplerini en geniş şekilde Kohlberg incelemiştir. 1950lerin sonundan itibaren araştırmaya başlayan Kohlberg , ömrünün yaklaşık 30 yılını bu çalışmalara adamış dikkat çekici bir bilim adamıdır. Özellikle bireylerdeki ahlak gelişimini altı aşamada tanımladığı teorisinden bu yana kendisini destekleyen ve eleştiren pek çok araştırmaya konu olmuştur. Kohlberg’in ahlak gelişim kuramı, Piaget’in kuramının yeniden incelenmesi ve anlamlandırılmasıdır.
Kohlberg ahlaksal düşüncesinin gelişmesini gösteren altı aşamalı bir tablo oluşturmuştur. Bu tabloya göre birey,çocukluktaki en somut ve yüzeysel ahlak anlayışından ,en somut ve derin ahlak anlayışına doğru ergenlik ve yetişkinlik evreleri yaşar. Kohlberg’e göre bu gelişim aşamaları evrenseldir ve her aşama kendinden bir önceki aşama gerçekleştikten sonra kendini gösterir. Fakat her bireyde ahlaksal gelişim aşamalarının tümünün gerçekleşmesi beklenemez. Her birey , sosyal ve kültürel çevresine bağımlı olarak kendi koşulları içerisinde ahlak gelişmesini sürdürür. Bu nedenle bireyler arasında aşama farklılıkları gözlenebilir. Ve her birey altıncı aşamaya kadar çıkamayabilir. Kohlberg’in kendi araştırmalarında yetişkin bireylerin çoğu dördüncü aşamadadır. Hatta dördüncü beşinci ve altıncı aşamaların birbirlerini izleyen aşamalar olamayıp alternatif aşamalar olabilecekleri kabul edilmiştir.
Kohlberg ahlak aşamalarını saptayabilmek için deneklere dokuz hikaye vermiş, her birinin ardından doğru ve yanlış davranışları nedenleriyle birlilikte sormuştur. Çözümlemede önemli olan doğru yada yanlış yargılardan çok ,bu yargıların dayandığı ahlaki düşünce tarzı /ahlaki yargıdır. Kohlberg’e göre ahlak yargılarındaki tutarlılık ,ancak ahlaksal düşüncesisin davranışa da yansıması halinde mümkündür. Oysa ahlaki düşünce düzeyi her zaman ,her koşulda davranışa paralel yansımayabilir. Kohlberg’in ikilemlerle ilgili hikayelerini yapan bir kişi,aynı soruya farklı bir günde farklı bir cevap verebilir. Dolayısıyla aynı denek,farklı zamanlarda aynı araştırmayı yapan farklı araştırmacılar için farklı ahlak aşamalarında çıkabilmektedir. Anacak bilindiği üzere, önemli olan farklı cevap vermesi değil ,cevabın arkasında yatan ahlaksal sebeplerin birbiriyle ilişkili tutarlılığıdır. Bu durumu Kohlberg’in ünlü hikayelerinden olan “Heinz’in İkilemi” ile örnekleyebiliriz. Avrupa’da bir kadın yakalandığı özel bir kanser türünden dolayı ölüme çok yaklaşmıştır. Doktorlar ,şehirdeki bir eczanenin yeni keşfettiği radium bileşimli bir ilacın yarlı olabileceğini ,kadının kocası Heinz’e bildirirler. İlaç çok pahalıdır ve bir dozu için yaklaşık 200 dolara mal olmaktadır. Fakat eczacı ilacın bir dozu için yaklaşık 2000 dolar istemektedir. Heinz bütün gayretleriyle 1000 dolar toplayabilmiştir. Heinz eczacıya karısının çok hasta olduğunu ve paranın kalan yarısını da sonra vereceğini söyler. Eczacı Heinz’in teklifini kabul etmez ve ilaç için paranın tamamını ister. Şimdi Heinz ilacı çalmalımıdır? Niçin?
Kohlberg ‘in üç gelişim düzeyi ve bu düzeyle ilgili evreler söyle özetlenir.

7.1.-Gelenek Öncesi Düzey:
Bu düzeyin temel özelliği körü körüne bağlılık karşılıklı sorunlarda bireysel çıkarlara dayalı ilişkidir. “Kuvvetli olan kazanır”düşüncesi temel felsefesidir. Bu düzeyde kişi iyi-kötü, doğru-yanlış gibi kültürel kural ve değerlere açıktır. Ancak bunları, ceza ödül gibi fiziksel sonuçlarına göre ya da bu kuralları ortaya koyan kimselerin fizik gücüne göre değerlendirir Bu düzeyi anlamak için iki alt evresini incelemek yararlı olacaktır.

7.1.1.-Birinci Evre: Ceza ve İtaat eğilimi

Kurallara ve otoriteye körü körüne bağlılıktır. Kurallar nasıl gerektiriyorsa,otorite nasıl istiyorsa ona uymak gerekir. Uygun davranılmadığı zaman yanlış davranılmıştır ve karşılığı cezadır. Dolayısıyla otoriteye ve kurallara boyun eğmenin temel nedenlerinden biri cezadan kaçınmaktır. Özellikle insanlara ve eşyalara maddi zarardan kaçınılır. İnsan yada eşyaya zarar verilmişse ceza zararın doğal sonucu olarak değerlendirilir. Genel olarak olayın dış görünüşüne ve meydana gelen zararın büyüklüğüne bakarak karar verilir. Olayın gerisindeki neden önemli değildir. Örneğin bir çocuk annesine yardım ederken on tane tabağı kazara düşürüp kırmıştır. Diğeri ise annesi görmeden şeker alırken bir tek şekerliği düşürüp kırmıştır. Bu dönemdeki çocuklara hangi çocuğun daha suçlu olduğu sorulduğunda on tane tabak kıran çocuğun daha suçlu olduğunu belirtmişlerdir
Bu durumlar ben merkezci açıdan değerlendirilir. Başkalarının ilgisini,tercih ve düşüncelerini dikkate almaz. Diğer insanların tercih ve düşüncelerinin farklı olabileceğini düşünmez. “Ben sütü seviyorsam herkes sütü sever”yargısı durumu özetler. Olaylar psikolojik açıdan değil,fiziki sonuçlarına göre değerlendirilir.

7.1.2.-İkinci Evre: Bireysellik, Karşılıklı Çıkara Dayanan Alışveriş .
Bu dönemde doğru olan şey,diğer insanların ihtiyaçlarını da dikkate alan,somut ve adil karşılıklı alış-veriştir. Bu evredeki kişi “ne kadar alırsam o kadar veririm”şeklinde bir yargıya sahiptirler. Diğer yandan kurallara ,kurallar kişinin ihtiyacını karşıladığı sürece uyarlar. Bu evredeki kişinin düşüncesine göre kişi kendi çıkarları ve ihtiyaçları neyi gerektiriyorsa o şekilde davranması gerekir. Bu hak diğer insanlar için de geçerlidir. Diğer insanlarla ilişkilerimizde bu karşılıklı çıkarlarla gözetmemiz gerekir. Alışverişin adil olması gerekir. Birisi diğerinde fazla veriyorsa yada alıyorsa bu yanlış bir durumdur. Pragmatik alış-veriş kavramı sevgi, bağlılık ve adalet kavramı yerine geçerlidir. Çocuk, ödüllendirilen davranışları yapar,cezalandırılanlardan çekinir. “Polis beni koruduğu sürece,belediye suyumu sağladığı sürece vergimi vermem gerekir.devlet bana bir şey vermiyorsa ben neden ona bir şey vereyim”temel yargılarında birisi olarak gözlenir.
7.2.-Geleneksel Düzey
Bu düzeyde aile,grup yada ulusun beklentisi kendi başına değer taşır. Buradaki tutum sadece sosyal düzen ve beklentilere uymak değil, aynı zamanda onlara gösterilen sadakatte önemlidir. Bu düzeyin iki alt devresi vardır.
7.2.1.-Üçüncü Evre:Kişiler Arası Uyum Eğilimi
Doğru,iyi insan olmaktır. Doğru diğer insanların duygularıyla ilgilenmek,onların beklentilerine cevap vermek ve kurallar doğrultusunda davranmaktır. Doğru davranmanın “iyi olmanın”nedeni ,çevresinin,kendisi için önemli olan kişilerin onayını almaktır. Yaygın davranış normlarına uyma ön plandadır. Davranış niyete göre değerlendirilir. ‘İyi niyetli olmak’ önem kazanır. Güven, sadakat, saygı, karşılıklı ilişkilerin devamlılığı ve minnettarlık önemlidir
Kurallara bağlılık ve iyi adam olma altın kuraldır. Diğer insanlarla ilişkilerde kendini diğer insanların yerine koyarak onların beklentilerine uygun davranmak ve kurallara uymak altın kuraldır. İyi bir vatandaş vergi ödemelidir. İyi bir çocuk,annesinin babasının koyduğu kurallara uyar ve onların istediği gibi davranır.
7.2.2.-Dördüncü Evre: Kanun ve Düzen Eğilimi
Doğru, bireyin temel ihtiyacı,toplumsal düzeni korumak,toplumun ve gurubun refahı doğrultusunda davranmaktır. Doğru, toplumsal sözleşme sonucu kabul edilmiş görevler doğrultusunda davranmaktır. Kanunlar, sosyal düzenin sürekliliğini sağladığı,bireylerin sosyal çıkarlarıyla çelişmediği sürece korunur. Doğru, bireyin topluma,bireylere, kurumlara katkıda bulunmaktır. Kurallara uymanın nedeni,toplumsal sistemin-düzenin- korunmasıdır. “Ya herkes aynı şeyi yaparsa” kaygısı toplumsal düzenin bozulması korkusunu yansıtır. “Herkes vergisini vermezse ne olur? Kimse askere gitmezse ne olur?” gibi düşünceler davranışın temelini oluşturur. Birçok yetişkin muhtemelen bu dönemde kalır.

7.3.-Gelenek Ötesi Düzey
Bireyin,başkaları ve otoriteden bağımsız olarak izlemek istediği ahlak ilkelerini seçtiği ve kendine özgü değerler sistemini örgütlediği düzeydir.İlk düzeyde otorite kişinin tamamen dışındadır. İkinci düzeyde kişi otoriteyi içselleştirmiştir, ancak sorgulamaz. Bu üçüncü düzeyde ise kişisel otorite oluşur.Ahlak gelişiminin beşinci ve altıncı aşaması bu düzeyin kapsamındadır.
7.3.1.-Beşinci Evre: Sosyal Sözleşme Eğilimi
Bireysel farklılıklar gözetilir ve doğal karşılanır. Her birey kendi tercihini yapma hakkına sahiptir. Doğru,toplumun temel hak ve değerlerini,temel hukuk kurallarını grubun kanunlarıyla çelişse bile korumaktır. Doğru,insanın farklı düşünce ve değerleri taşıyabileceklerini bilerek bu göreli değerleri korumaktır. Yaşama,özgürlük gibi temel hak ve özgürlüklerini çoğunluğun görüşüne ters düşse bile korumaktır. Bu düzeydeki ahlak gelişimine göre çoğunluk anlaşarak ,azınlıkta kalanların temel haklarına zarar verecek kanunlar yapamazlar. Bunun için yasalar kılı kırk yararak hazırlanmıştır. Bu ahlaki gelişim düzeyinde yetişkinlerin ancak %25 olmaktadır .
Bu dönemdeki ahlak gelişimine ulaşmış bir kişi,toplumun üstünde bir bakış açısına sahiptir.toplumsal anlaşmanın sonucu,belirlenen kanunlara akılcı bir yaklaşımla saygı duyulur. Ancak evrensel ahlaki bakış açısı ile hukuki bakış arasındaki çelişkiler çözümlenemez. Örneğin hiçbir yasa bir insanın ölümüne sebebe olabilecek bir davranışı meşru göstermez. Ancak kendisini öldürmeye gelen birini öldüren birini cezalandıramaz.çünkü bu durumda insan yasalara karşı gelmekle kendi yaşamını kurtarma arasında bir seçim yapmak durumunda bulunmaktadır. Böyle bir durumda kendi yaşamının devam etmesi her şeyin üzerinde olmalıdır.
7.3.2.-Altıncı Evre : Evrensel Ahlak İlkeleri Eğilimi
Kohlberg ‘in ahlaki gelişime ilişkin düşüncelerinden en çok tartışılan evredir. Bu düzeyin kurumsal olduğunu ileri sürenler vardır.
Kohlberg ,önceleri bu düzeyin çok az insanda gözlendiğini(örneğin Hz. Muhammet ) öne sürmüştür.1970’te kuramında yeni bir düzenleme yaparak gelişim düzeylerini üç,evreleri de azaltarak beş olarak belirlemiştir. Kohlberg ‘e göre bu evreye ulaşmış kişi,everensel ahlaki prensipleri kendine rehber edinmiştir. Yazılmış kural ve yasalardan bağımsızdır. Bunun anlamı “birey hali hazırdaki tüm yasalara karşıdır” demek değildir. Aksine kanunlar evrensel prensiplere uygun olduğu için desteklenir. Kanunların bu prensiplerle çelişmesi halinde bu prensiplerin korunması gerekmektedir. Çünkü prensipler insan haklarına, insan onuruna saygılı davranmayı gerektirir. Evrensel ahlaki prensipler sadece bir grubun geliştirdiği yada düzenlediği prensipler değildir. Tüm insanların eşitliğini temel felsefe olarak benimseyen yaşama haklarını, eğitim görme hakkı, özgür tercihte bulunma,düşünme ve açıklama hakkından kimse yoksun bırakılmamalıdır. Halihazırdaki yasalar bu prensiplerle çeliştiği zaman birey kendi vicdanına uygun davranışta bulunur. Dolayısıyla kendi ilkelerine aykırı durumlarda yasalara karşı çıkmaktan kaçınmaz.
Kohlberg’in yapmış olduğu bu evreler “evre” anlayışına uygun olarak hiyerarşik bir yapı gösterir. Yani birey bir evreden sonraki evreye geçer. İnsanların büyük çoğunluğu üçüncü ve dördüncü evrededir. Beşinci ve altıncı evreye geçebilen insanların sayısı çok azdır. Hatta altıncı evreye ulaşabilen çok az insan vardır. (Bacanlı,1999,s;60)

16 Mayıs 2014 Cuma

PİAGET'İN BİLİŞSEL GELİŞİMİ


PİAGET'İN BİLİŞSEL GELİŞİMİ

Piaget’in Bilişsel Gelişimi
Bireyin çevresindeki dünyayı anlama ve öğrenmesini sağlayan aktif zihinsel faaliyetlerdeki gelişime bilişsel gelişim adı verilmektedir. Bilişsel gelişim; bebeklikten yetişkinliğe kadar, bireyin çevreyi, dünyayı anlama yollarının daha karmaşık ve etkili hale gelmesi sürecidir.

Piaget’ye göre çocuk, dünyanın pasif alıcısı değildir. Bilgiyi kazanmada aktif bir role sahiptir. Ayrıca, değişik yaşlardaki çocukların ve yetişkinlerin dünyaları birbirlerinden farklıdır. Piaget bu farklılığın nedenlerini incelemiş ve bireyin dünyayı anlamasını sağlayan bilişsel süreçleri açıklamaya çalışmıştır.

Piaget, bilişsel gelişimi, biyolojik ilkelerle açıklamıştır. Piaget’ye göre gelişim, Kalıtım ve çevrenin etkileşiminin bir sonucudur. Bilişsel gelişimi etkileyen ilkeleri de şöyle belirlemektedir.

* Olgunlaşma
* Yaşantı
* Uyum
* Örgütleme
* Dengeleme

Bilişsel Gelişim Kuramı İle İlgili Temel Kavramlar Piaget’nin bilişsel gelişim kuramını daha iyi anlayabilmek için kuramın temel kavramları aşağıda açıklanmıştır.

Zekâ: Piaget, zekânın bir takım test maddeleriyle belirlenmesine karşıdır. Ona göre zekice davranmak, organizmanın yaşamı için en uygun koşulları sağlamaktır. Diğer bir deyişle zekâ, organizmanın çevreye etkin bir şekilde uyum sağlamasına yardım eder; gerek organizma, gerekse çevre sürekli değiştiğinden, bu ikisi arasındaki zekice etkileşimler de değişmek zorundadır. Zekice etkinlik, var olan her durumda, organizmanın en iyi koşullarda yaşamasını sağlamaya yöneliktir.

Şema: Şema, bireyin çevresindeki dünyayı anlamak için geliştirdiği bir bilgisayar programı gibidir. Çevresindeki problemleri anlama, çözme, dünyayla baş etme yollan yapıları olarak düşünülebilir. Şema yeni gelen bilginin yerleştirileceği bir çerçevedir. Bilişsel yapılar ya da şema yoluyla birey çevresine uyum sağlar ve çevreyi organize eder. Piaget, vücudun yaşamını sürdürmesi için yapıları (organları) olduğu gibi, zihninde yapıları olduğuna inanmaktadır. Kuşkusuz bu yapılar gözlenemez, ancak davranışlardan yordanabilir. Şemalarla ilgili önemli bir nokta, sürekli olarak olgunlaşma ve yaşantı kazanma yoluyla değişmeye uğrayıp yeniden organize edilebilir olmalarıdır.

Bebeğin doğduğundaki ilk şemaları refleksif etkinliklerdir. Bunlar; emme, yakalama vb. çok basit şemalardır. Bebeklikten yetişkinliğe doğru şemalar, olgunlaşma, yaşantı kazanma, uyum ve örgütleme yoluyla sürekli olarak değişir, gelişirler.

Uyum: Daha önce de belirtildiği gibi uyum fonksiyonel bir değişmezdir. Yani uyum, yaşam boyunca devam eder. Bilişsel gelişim açısından olduğu kadar diğer fiziksel ve psikososyal gelişim açısından da sürekli olarak uyum sağlanmak durumundadır.

Piaget’ye göre uyumun iki yönü vardır. Bunlar, özümleme (assimilation) ve düzenlemedir (accomodation)

Özümleme, bireyin, kendisinde var olan bilişsel yapılarla (şemalarla) çevresine uyumunu sağlayan bilişsel bir süreçtir. Diğer bir deyişle; çocuğun karşılaştığı yeni bir olayı, fikri, objeyi, kendisinde daha önceden var olan bilişsel yapı içine alması sürecidir. Çevresine, kendisinde var olan bilişsel yapılarla tepkide bulunmasıdır. Mevcut şemayı yeni durumlara, objelere, olaylara göre yeniden biçimlendirme, şekillendirme sürecine “düzenleme” (accomodation) adı verilmektedir. Her yaşantı özümleme ve düzenlemeyi kapsar. Eğer mevcut bilişsel yapılar, yeni durumlara cevap vermek için uygun ise özümleme yapılır. Yeterli değilse, mevcut bilişsel yapılar yeniden düzenlenir. Bu yeniden düzenleme kabaca, öğrenmeye eşdeğer görülmektedir. Yeniden düzenleme olmadan tek başına özümleme ile öğrenme ve dolayısıyla da gelişme mümkün değildir.

Dengeleme: Piaget’ye göre, bilişsel gelişimin temelindeki itici güç, dengeleme kavramında yatmaktadır. Ona göre, tüm organizmalar, doğuştan, kendileri ve başkalarıyla uyumlu ilişkiler kurmalarını sağlayacak özelliklere sahiptirler. Yani organizmanın tüm donanımı, en yüksek uyumunu sağlamaya yöneliktir. Dengeleme de bu içsel eğilimi, yaşantılarla organize edici bir süreçtir.

PİAGET’YE GÖRE BİLİŞSEL GELİŞİM DÖNEMLERİ

Piaget’e göre bilişsel gelişim, birbirini izleyen dört dönem içinde ortaya çıkmaktadır. Dönemler ilerledikçe, çocukların kavrama ve problem çözme yeteneklerinde niteliksel gelişmeler gözlenmektedir.

Duyusal Motor (0 – 2) Duyular yolu ile dış dünyanın algılandığı, nesnelerin görünmediği zamanlarda da var olduğunun farkına varılmaya başlandığı dönemdir. Bu dönemdeki bebek, refleks halindeki hareketlerden, amacı olan hareketlere geçmeye başlar.

İşlem Öncesi Dönem(2 – 6) Dilin kullanımının ve sembollerin geliştirildiği dönemdir. Çocuklar, mantıksal olarak sadece tek yönlü olarak düşünürler. Diğer insanların bakış açılarını algılamada zayıftırlar.

Somut İşlemler (6 – 11) Problemlere mantıklı çözümlerin getirildiği dönemdir. Çocuklar, kuralları anlayabilirler. Fakat çoğunlukla somut nesneler üzerinde düşünürler.

Soyut İşlemler (11 – 18) Karmaşık problemlere mantıklı çözümlerin getirildiği dönemdir. Daha soyut düşünme ve sosyal konularda fikirlerin geliştirildiği dönemdir.

Piaget bilişsel gelişim dönemlerini Duyusal-Motor, İşlem Öncesi, Somut işlemler ve Soyut İşlemler olmak üzere dört dönem içinde incelenmektedir.

1. DUYUSAL – MOTOR DÖNEMİ (0–2 YAŞ) Bebek, bu aşamada dış dünyayı keşfetmede duyularını ve motor becerilerini kullandığından bu döneme duyusal- motor adı verilmektedir. Bütün bebekler doğuştan reflekstif davranışlara sahiptir. Yeni doğan bebeğin dudaklarınıza dokunduğunda emmeye başlar; elinizi avucuna koyduğunuzda yakalar. Bu refleksler, çocuğun ilk biliş şemalarını oluşturur.

2. İŞLEM ÖNCESİ DÖNEM (2–7 YAŞ) İşlem öncesi dönem ikiye ayrılmaktadır. Bunlar;

a) Sembolik dönem ya da kavram öncesi dönem (2–4 yaş) b) Sezgisel dönem (4-7 yaş) dır.

a) Sembolik dönem ya da kavram öncesi dönem İki dört yaşlarını kapsamaktadır. Bu dönemde çocukların dili, çok hızla gelişir ancak geliştirdikleri kavramlar ve kullandıkları sembollerin anlamları, kendilerine özgüdür; çoğu zaman gerçek değildir.

2–4 yaşlarında çocuk, gözünün önünde bulunmayan ya da hiç mevcut olmayan nesne, olay, kişi, varlığı temsil eden semboller geliştirmeye başlar.

• Bu dönemdeki çocuklar ben merkezlidir. Kendilerini başkalarının yerine koyamazlar. Dünyayı başkalarının açısından göremezler. • Objeleri sadece tek bir özellikleri açısından sınıflandırılabilirler. Örneğin; renklerine göre sınıflandırma ya da biçimlerine göre sınıflandırma gibi. • Bir özellik bakımından farklı olan nesnelerin farkını göremezler. (Örneğin; yeşil üçgenlerle yeşil kareleri bir arada gruplayabilir.) • Mantık yürütmede tümevarım ya da tümdengelim yollarını kullanamazlar. Mantıkları değişken ve yüzeyseldir. Tek yönlü düşünürler. Örneğin, kedi dört bacaklı ve tüylü, küçük bir hayvandır. Buda dört bacaklı, küçük ve tüylü bir hayvan, o halde buda kedidir diyebilir.

b) Sezgisel Dönem 4–7 yaş arasını kapsar. Çocuklar bu dönemde, mantık kurallarına uygun düşünme yerine, sezgilerine dayalı olarak akıl yürütürle ve problemleri sezgileriyle çözmeye çalışırlar. Dil, hızla gelişmekte, yaşantılar yoluyla kazanılan davranışların sembolleştirilmesine yardım etmektedir.

Bu dönemde çocuklar, henüz üst düzeyde sınıflama yapamazlar.

Korunum henüz gelişmemiştir. Korunum herhangi bir nesne ya da nesne grubunun fiziksel biçimi ya da mekândaki konumu değiştiğinde, nesnelerin miktar, sayı, alan, hacim vb. özelliklerini değişmeyeceği ilkesidir. Çocuklar bu dönemde, nesnenin dikkat çekici özelliklerine odaklanmakta diğer özelliklerini gözden kaçırmaktadır. Korunumun kazanılmamasında bu özellikleri etkili olmaktadır.

İşlem öncesi dönemin önemli özelliklerinden birisi de, çocuklar işlemleri tersine çeviremezler. Piaget’e göre, tersine çevirme, düşünmenin önemli bir yönüdür ve korunumun başlangıç noktasıdır. İşlem öncesi dönemde çocuğun düşünmesi, fiziksel etkinliğe ve nesnelerin dikkati çeken görünüşüne bağlı olduğundan doğru mantık yürütemezler, işlem yapamazlar.

Son yıllarda yapılan araştırmalar, Piaget’nin ortaya koyduğu bazı özelliklerin daha erken yaşlarda öğretilebildiğini göstermektedir. Örneğin; uygun etkinlikler düzenlenerek ve basit bir dil kullanılarak çocuklara korunumun öğretilebildiği gözlenmiştir
3. SOMUT İŞLEMLER DÖNEMİ İlkokul yıllarındaki çocuklar, bilişsel yeterlilik bakımından çok hızlı değişme gösterirler. İlkokul dönemindeki, çocukların düşünmesi okul öncesi çocukların düşünmesinden çok farklıdır. Artık, tersine çevirebilme kavramı kazandıklarından korunum ilkesi ile ilgili bir sorunları da yoktur.

Bu dönemde en üst düzeyde gruplama yapabilirler. Bir grup bir nesnenin bir başka grubun alt sınıfı olabileceğini anlarlar.

Çocuklar, bu dönemde nesnelerin belli özelliklerine göre sınıflayabilirler. (www.donusumkonagi.net, 2008) Somut işlemler dönemindeki çocuklar benmerkezcilikten uzaklaşmışlardır. Olayları ve dünyayı, başkaları açısından da görebilirler.

Çocuklar bu dönemde dili etkili olarak kullanmakla birlikte vatan, millet, ülke vb. soyut kavramları anlayamazlar. Soyut kavram ve deneyimlerin somut yollarla açıklanmaları gerekir.

4. SOYUT İŞLEMLER DÖNEMİ Ergenlik döneminin başlangıcından itibaren çocukların düşünme biçimleri, yetişkinlere benzer hale gelir. Bu dönemde artık soyut düşünme başlar. Bir problemin çözümü, somut yollarla sınırlanmaz. Problemde bulunan değişkenler arası ilişkileri bulur. Olası denenceleri geliştirir. Daha sonra da bu denencelerin sırasıyla test eder. Çözüme sistemli şekilde ulaşır. Bu dönemde tümevarım ve tümdengelim yoluyla akıl yürütme gözlenir.

Çocuklar soyut kavramları anlayarak etkili bir şekilde kullanabilirler. Bu dönemde çocuklar, çeşitli ideal fikirleri, değerleri, inançları geliştirmeye başlar. Toplumun yapısıyla, felsefesiyle, politikayla ilgilenir: bir değerler sistemi örgütlemeye yönelirler.

Somut işlemler dönemindeki çocuklarla soyut işlemler dönemindeki ergenler arasındaki temel fark, ergenlerin bir olayın çok değişik yönlerini görebilmeleri ve bilgiyi soyut olarak üretebilmeleridir. Ayıca dil gelişimi bakımından kavramları atasözlerinin, deyimlerin anlaşılmasında artık problemleri yoktur. Ayrıca yazılı dilinde bir yetişkin kadar etkili olarak kullanabilirler.

İlköğretimin 6.,7.,8. Sınıflarında ve lisede ergenlerin, analiz etme, karşılaştırma, soyut ilişkileri bulma, özgün bir şey üretme, eleştiriyel düşünme gibi özelliklerini geliştirici nitelikte etkinliklere yer verilmesi gerekmektedir.


Ergenlerde gözlenen önemli bir diğer zihinsel gelişim özelliği de hipotetik koşullara göre düşünmeleridir

GELİŞİM PSİKOLOJİSİ

KİŞİLİK KURAMLARI

FREUD'UN PSİKOSOSYAL GELİŞİM DÖNEMLERİ

Psikoseksüel Gelişim Dönemleri

1- Oral Dönem (0-1 Yaş)
Doğumda başlar, bir buçuk yaşına kadar sürer. Bebeğin ihtiyaçları, algılamaları ağız bölgesinde odaklanır. Erken ve geç dönem olmak üzere ikiye ayrılır.
Erken Dönem: Emme ve yeme, çocuğun zevk aldığı en baskın davranışlardır. Yani burada doğum kaynağı ağız, dudaklar ve dildir. Burada ilk saldırganlık belirtileri ortaya çıkar.
Geç Dönem: Ego oluşmaya başlar, bu erken dönemdeki saldırganlık belirtileri niteliğini değiştirir. Bunun yerine çok konuşan, suçlayan, kınayan bir tip oluşur. Bu dönemde saplantılar ileri yaşlarda oral karakter adını verdiğimiz, bağımlılık pasiflik, açgözlülük, gibi bazı sendromların ortaya çıkmasına neden olur; sigara içmek, sakız çiğnemek gibi eğilimler bu çağın ileri yaşlara uzantısıdır.
*Dönemde geçirilen “Olumlu” veya “Olumsuz” yaşantılar kişilikte çok önemli yer tutar.
Olumlu Yaşantılar: Güven, Umut duygularını ve başka bireylere verme-alma özelliklerini geliştirir.
Olumsuz Yaşantılar: Aşırı Ağızcılık (oburluk, sigara alışkanlığı, ağızla cinsel tatmin), aşırı iyimserlik veya aşırı kötümserlik gibi saplantılı davranışları ortaya çıkarır.

2- Anal Dönem (1-3 Yaş)
Bir buçuk ile üç yaş arasındaki döneme anal dönem denir. Çocuk bu dönemde emmekten daha fazla dışkılamadan, anal uyarılmadan zevk alır. Önceleri kendiliğinden yapılan dışkılama, annenin ve çevrenin uyarması ve eğitim yoluyla denetim altına girer. Bu durum çocukta bir çatışma yaratır. Çatışma, çocuğun kendi eğilimleriyle anne babanın eğitimi arasındadır. Bu aşamada ailenin tuvalet eğitimi üzerinde hassaslıkla durması gerekir. Çünkü bu konudaki tabular ileride anal saplantılara yol açabilir. Bu dönemin saplantılarının sonucunda bireyde inatçılık, cimrilik ve başkalarına acı vermek, düşünce bozuklukları gibi ruhsal bozuklukların görülebilir. Dönemi olumlu geçiren bireylerde; kendini kontrol etme, uyumlu ilişkiler sürdürme, özgürce seçim yapma ve karar verme özerkliğini sürdürme, çabalarda bulunma, yeni denemelere girişme ve işbirlikçi olma özellikleri gelişir.
*Tuvalet eğitimi iyi olanlar; yaratıcı, üretken ve aktif olurlar.

3- Fallik Dönem (3-7 Yaş)
Dört ile altı yaş arası cinsel gelişim fallik dönem olarak adlandırılır. Bu dönem süperegonun gelişmesinin son aşamasıdır. Çocukların dikkati tamamen cinsel organlarına yöneliktir. Büyükler için bu durum bir sorun olarak kabul edilip çocuklara aşırı baskı yapılırsa bu durum çocuklarda kaygı yaratır. Bu durumda erkekte Oedipus, kız çocukta Elektra karmaşası ortaya çıkar. Yani cinsel sapmalar ortaya çıkar. Oedipus karmaşası, ruhsal gelişmenin bir parçasıdır, toplum ve çevre tarafından büyük ölçüde etki söz konusudur. Süperego gelişmediği takdirde, bireyde cinsel rahatsızlıklar, otorite sorunu veya alışagelmiş kadın ve erkek rollerinin reddi gibi saplantılara yol açabilir.

Dönem ile ilgili en önemli kavramlar şunlardır:
Kastrasyon (iğdişlik) Korkusu: Erkek çocuklar, kız çocuklarda “Penis”in olmadığını fark edince, kendi penisinin yok olacağı kaygısını yaşar. Çocuklara yapılan “pipini keserim” “sünnet ederim” gibi şakalar bu korkuyu devamlı hale getirir ve kişilik bozukluğuna yol açar.
Oedipus Karmaşası: Erkek çocuk annesine, kız çocuk ise babasına yakınlık duyar. Bu durumun anne ya da baba tarafında hoş karşılanmayacağını ve cezalandırılacağını düşünür. Erkek çocuk annesine duyduğu sevgiden dolayı babasını kıskanır ancak aynı zamanda babasını da örnek alır ve babasına hayranlık duyar. Kız çocuklarda aynısını anneye karşı yaşarlar (buna Elektra Karmaşası denir). Çocukların ebeveynlerine karşı duydukları bu hisler uygun bir şekilde atlatılmazsa eğer ileriki dönemlerde “Psikopatolojik” durumlar ortaya çıkmaktadır. Dönemin olumlu yaşantıları: Amaçlı olma, etkinlikler başlatma ve sağlıklı cinsel yaşam özelliklerini geliştirir. Dönemin olumsuz yaşantıları: Çocuklar ileriki yaşlarında anne-babadan ya hiç kopamazlar ya da tamamen kopmak isterler. Eş seçiminde zorlanırlar, girişimlere karşı aşırı suçluluk duyulur, eş ve çevre ile anlaşamaz, cinsel ilişkiden korkar veya cinsel soğukluk yaşar ya da cinsel ilgiden dolayı cinsel sapıklıklara yönelir, karşı cinse ya da hemcinsine karşı tutum geliştirebilir, cinselliği fazla önemser.

4- Latent (Gizil) Dönem (7-11 Yaş)
“Latent” gizil veya örtülü demektir. Bu dönemde, bir önceki dönemin haz kaynağına ilişkin duygularda “durgunluk” vardır. Çocuk “cinsel” konulardan hoşlanmaz ve kendisini oyuna verir. Ergenlik öncesi durgunluk, geçiş veya bekleyiş dönemidir. Arkadaşları, öğretmenleri ve diğer iletişim biçimleri önemli yer tutar. Birey bu döneminde, doğal olarak karşı cinsi “düşman” ilan eder. Kendi hemcinsleriyle gruplaşır. Karşı cins ile olan olumsuzluklar kalıcı iz bırakabilir. Bu dönemin en önemli hassasiyeti: Anne-baba cesaret verir, öğretmen korur, akranlar ise kabul ederler. Bu dönemin olumsuz yaşantıları; diğer dönemlerdeki gibi “aşırılık”ları doğurur. Çok çalışkan olmaktan kaynaklanan “kısıtlı erdem” durumu ortaya çıkar. Diğer bir aşırı ucu ise “tembellik”tir.

5- Genital Dönem (11-18 Yaş)
Bireyin “ergenlik” dönemidir. “Üreme” ile ilgili değişimlerin “Psikolojik Gelişimi” etkilediğini düşünen Freud, bu yüzden bu adı vermiştir. Cinsel organların gelişimi artık üremeye doğru gelişir. Freud, bireyin kişiliğinin büyük ölçüde zaten tamamlanmış olduğunu düşündüğü için, bu dönem üzerinde fazla durmamıştır. Cinsel olgunluk gelişir ve karşı cins ile ilişkiler kurulur.

Freud’un Kuramı ile ilgili en önemli nokta; bilinç ve kişiliktir. Geçmişte, ilgili dönemlerde edinilen yaşantılar, gelecekte bireyde kalıcı izli olabilmektedir. Burada önemli olan nokta şudur: Bireyin gelişimi, bulunduğu dönemdeki “haz” kaynağının “tatminine göre” gelişmektedir. Mesela “Oral Dönem”de haz kaynağına “ağız” demiştik, bu dönemde, diğer dönemleri ilgilendiren haz kaynaklarının tatminiyle ilgili bir sorun yaşanmaz. Bundan sonraki dönemde de Ağız’ın (emme, yutma) tatmini ile ilgili bir edinim ortaya çıkmaz. Çünkü ilgili dönem geride kalmıştır. Latent Dönem’de ise birey zaten cinselliği “Gizli” tutmaktadır. Karşı cinsi doğal olarak “düşman” ilan etmekte ve kendi cinsinden arkadaşlar edinmekte ve aynı cinsten kimselerle arkadaş olmaktadır. Olumsuz yaşantılar, kadınlarda “aşırı feminen” davranışlara neden olabilmektedir. Eş seçimi gibi tercihler bu dönemin temel özelliğidir. Bu son Genital Dönem’in en önemli özelliği “Kimlik Statü”lerinin kazanılmasıdır. Ancak bu konu üzerinde Erik Erikson durduğu için, onu anlatırken değinmek daha faydalı olacaktır.

SİGMUND FREUD PSİKANALİZ KURAMI

Psikanaliz Kuram / Kişilik Kuramı – Sigmund Freud
sigmund freudPsikanaliz kuramları ilk kez 19.yy’da Avusturyalı Nörolog Sigmund Freud tarafından ortaya konmuştur. Bilimsel ve tutarlı düşünceye büyük önem veren Freud, kuramlarını ölümüne dek gözden geçirmiş ve pek çok değişiklik yapmıştır. Freud sonrasında da bu konuyla uğraşan bilim adamları pek çok önemli değişiklik ve eklemeler yapsalar da psikanaliz kuramının ana çerçevesini halen Freud’un düşünceleri oluşturmaktadır.
İnsan davranışlarını ortaya çıkaran nedenlerin neler olduğu tarih boyunca insanların ilgisini çekmiş, birçok araştırmanın yapılmasına yol açmıştır. 20. yüzyıla kadar özellikle ruhsal davranışlar mantıklı bir nedene bağlanamamış, yeterli açıklamaları yapılamamıştı. Ruhsal davranış bozuklukları bu zamana kadar beyindeki yapısal bir bozukluğa, yozlaşmaya (dejenerasyona), sinir zayıflamasına ya da doğaüstü güçlere bağlanma eğilimindeydi.
19. yüzyılın son yılında ve 20. yüzyılın başlarında öne sürülen psikanalitik kuram, normal ve normal dışı davranışları anlamamıza büyük yardımı olan modeller sunmuştur. Bu kurama sonraki yıllarda değişikliklere uğramış, bazı eklemeler yapılmış ve geliştirilmiştir. Sigmund Freud tarafından öne sürülen psikanalitik kuram, bize hem normal, hem de anormal zihinsel süreçlerin işleyişiyle ve bunların somut yansımaları olan davranışlarla ilgili bilgiler verir. Bu kuramın da çıkış noktası olarak aldığı ilk varsayım, daha önce Spinoza tarafından tanımlandığı belirtilen nedensellik varsayımıdır. Ruhsal nedensellik varsayımına göre, hiçbir davranışımız nedensiz, rastgele ya da şansa bağlı değildir. Her davranışımızın altında yatan bir neden vardır. Bu neden her zaman insanın dışında ya da çevresinde değildir, insan davranışlarının nedenleri kimi zaman onun iç dünyasıyla ilgilidir.
Freud’a göre, kişiliğin güdüsü ve kişinin en büyük yoksunluğu sevgidir. İnsan bilinçli davranışlardan çok bilinç dışı güçlerle hareket etmektedir. Çoğu kez kendisi de bu bilinç-dışı davranışlarının kökenine inemez. Ancak, insanın bilinçdışı davranışları derinlemesine analiz edilirse (psikanaliz) altında sevgi arayışı yatmaktadır. İnsanın herhangi bir nedenle tatmin edemediği sevgi (aşk) yoksunluğu onu bunalımlara ve anormal davranışlara itmektedir.

Haz İlkesi:
Organizmanın acı ya da ağrıdan kaçarak haz aramasını gösterir. Haz ilkesi doğuştan vardır. Amacı doyuma ulaşmak ve haz sağlamaktır. Amacının gerçekleşmesini “burada ve şimdi ilkesi”ne göre ister. Engellenmeye dayanamaz. Çocukluk yıllarında etkindir. Büyüme ve olgunlaşmayla etkinliği azalır, fakat tümüyle ortadan kalkmaz ve yaşam boyu sürer.

Gerçeklik İlkesi:
Organizmanın gereksinmelerinin dış gerçeklere göre ertelenmesini ya da doyurulmasını sağlar. Doğuştan yoktur. Benliğin gelişmesiyle etkinlik göstermeye başlar, benliğin gelişmesine ve olgunlaşmasına koşut olarak etkinliği artar. Zamanla, haz ilkesinin etkinliği azalırken, gerçeklik ilkesinin etkinliği artar.

Haz ve Gerçeklik İlkelerinin Etkinlikleri:
Birincil süreç düşünme biçimi: İsteklerin ve gereksinmelerin doyumunu, içgüdüsel boşalmayı amaçlayan mantık öncesi düşünme biçimidir. Haz ilkesiyle birlikte çalışır.
İkincil süreç düşünme biçimi: Benliğin olgunlaşması, toplumsal yaşam ve öğrenme süreciyle birincil süreç düşünme biçiminden ayrışarak gelişen mantıklı düşünme biçimidir. Gerçeklik ilkesiyle birlikte çalışır.

Freud, zihinsel süreçlerin salt bilinç kavramıyla açıklanamayacağına inanıyordu. 1870′li yıllarda Paris’te hipnoz oturumlarındaki gözlemlerinden, daha sonraki yıllarda hipnoz uygulamalarından, hastalarla ilgili çalışmalarından ve deneyimlerinden yola çıkarak bilinçdışı ve bastırma kavramlarını öne sürdü. Bu iki yeni kavram psikanalitik kuramın iki temel taşını oluşturdu.

A. Ruhsal Aygıtın Topografik Varsayımı:

Bilinç ve Bilinçdışı
Organizma belli bir anda dışarıdan ve kendi içinden gelen tüm uyaranların sadece bir kısmını değerlendirir. Bu aslında homeostatik(iç denge) bir işlevdir. Zira tüm uyaranlar algılanacak olsa organizma inanılmaz bir karmaşıklık içine girerdi. Bilinçlilik deyince uyanıklık, ayırt edebilme, farkında olabilme durumunu kastediyoruz. Ancak ruhsal işlemlerin tümü bilinç düzeyinde yürümez. Şu an yaşadığımız bir olayı başka bir anda düşünmüyor olsak dahi, özel bir çabayla onu bilinç düzeyine çıkarabiliriz. İşte bu noktada ruhsal aygıtın farklı bir bölgesinden ya da bölgelerinden söz etmek durumundayız.
Freud ve Breuer, histerik hastalarda hipnoz ile tedavi yürütürken hastaların hipnoz altında bazı eski anılarını anlatıp boşalttıklarını ve bu sayede rahatladıklarını gözlemlediler. Bu denemeler sonucunda ilk kez “bilinçdışına bastırma” kavramı ortaya atıldı. Sonraları kuramını geliştiren Freud, ruhsal aygıtın üç bölmeden veyahut zihinsel nitelikten oluştuğunu ortaya koymuştur: Bilinç, bilinç öncesi ve bilinçdışı.
Bilinç, gerçeklikle uyumu sağlayan ve mantıksal düşüncenin baskın olduğu bölmedir. Bu sayede bilinçli eylemlerdeki düşünce ve duygular; neden, sonuç, zaman ve mekan boyutlarına uygun olarak kurulur. Burada özel bir noktaya değinmek gerekir: Çocukluğun ilk yıllarında düşünce biçimi bu özelliklerden yoksundur. Zamanla ikincil süreç de denilen bilinçli mantıksal düşünce şekline geçilir.
Bilinç öncesi ise herhangi bir anda bilincimizde bulunmasa da bir dikkat çabası ile hatırlanabilen düşünceleri içerir. Çok eski bir anının hatırlanması gibi.
Bilinçdışı ise kişinin kendi özel çabası ile bilinç düzeyine çağrılamayan ruhsal süreçleri içerir. Bu bölmeye hipnoz ve serbest çağrışım gibi özel yöntemlerle ulaşılabilir.

Psikanaliz, bilinçdışını incelemiş ve bu bölmenin özelliklerini ortaya koymuştur:
1. Bilinçdışı ruhsal süreçlerin sözel karşılıkları yoktur. Kelimelerle ifade edilemeyen bir duygu veya rahatsızlık misali.
2. Bilinçdışı istek ve dürtülerde karşıt eğilimler aynı anda bulunabilir.
3. Bilinçdışı süreçlerin enerji yükü birinden ötekine kolaylıkla aktarılabilir. Mesela annesini çok seven ve yitirmekten korkan bir çocuk, düşünde yine çok sevdiği öğretmeninin öldüğünü görebilir. Burada anneye olan sevgi öğretmene aktarılarak ifade edilmiştir.
4. Birçok istek ve dürtünün enerjisi tek bir öğede yoğunlaşabilir. Mesela düşteki bir nesne gerçekte birden fazla nesneyi simgeliyor olabilir.
5. Bilinçdışı zihinsel işlemler, zaman ve mekan tanımazlar.
6. Mamafih neden sonuç bağlantısı da tanımazlar.
7. Gerçekle ilişkileri yoktur ve ruhsal gerçek dış gerçeğin yerine geçmiştir.
8. Bilinçdışı istekler ve dürtüler haz ilkesine bağlı olarak doyum ve boşalım ararlar ve bundan dolayı bilinci sıkıştırırlar.
İşte bu özellikleri içeren düşünsel işleme birincil süreç denir. Çocukluğun ilk yılları birincil sürece dahildir. Bu nedenle psikanalizde erken çocukluk yaşantıları büyük önem arz eder.
Bu üç bölme ya da süreç arasında sürekli bir etkileşim söz konusudur. Söz gelimi, bilinçdışı bir süreç o kimsenin bilinçli davranışlarını etkileyebilir. Bu özellik psikopatolojik süreçlerin açıklanmasında önem arz eder.
Bu üç yapı zihinsel süreçlerin niteliklerini gösterir:
Bilinç: İnsan yaşamının her döneminde; her anında iç ve dış enerji değişiklikleriyle karşılaşır. Bunlardan ancak bazıları uyaran niteliği taşır ve algılanır. Burada seçici dikkat ve bireysel nitelikler önemlidir. Seçilen uyaran algılandıktan sonra uygun tepki verilir. Organizmanın iç ve dış dünyada olan bitenlerin farkında olabilmesi, seçebilmesi, algılayabilmesi, ayırt edebilmesi ve uygun yanıt verebilmesi için gerekli olan uyanıklık durumuna bilinçlilik denir. Bilinç alanındaki içerikler gerçeklik ilkesine ve ikincil süreç düşünme biçimine uyar.
Bilinç öncesi: Zihinsel süreçlerin bu niteliği doğuştan yoktur ve çocukluk döneminde gelişir. Bilinç alanında olmayan, fakat istemli çabayla bilinç alanına getirilebilen istek, eğilim, dürtü, duygu, düşünce, anı, olay gibi içerikler bilinç öncesi nitelik taşır. Bilinç öncesi içerikler hem bilince, hem de bilinçdışına ulaşabilir. Bu içerikler gerçeklik ilkesine ve ikincil süreç düşünme biçimine uyar. Bilinç öncesi, hangi içeriklerin tutulup hangilerinin bilinçdışına bastırılacağını saptayan bir süzgeç ya da otosansür düzeneği gibi işlev görür.
Bilinçdışı: Bilinçli duruma geldiklerinde bireyde anksiyete(endişe) yaratacak potansiyele sahip olan istek, eğilim, dürtü, duygu, düşünce, anı, olay gibi içeriklerin itilerek tutuldukları alandır. Bu içerikler doyuma ulaşmak için sürekli olarak bilinç alanına çıkmak ister. Bunlar istemli çabayla bilince getirilemez, bunun için özel tekniklerin kullanılması gerekir. Bilinçdışı içerikler haz ilkesine ve birincil süreç düşünme biçimine uyar.
Benliğin işlevleri şöyle sıralanabilir:
1. İç uyaranların algılanması,
2. Dış uyaranların algılanması ve dış dünyayla ilişkilerin sürdürülmesi,
3. İç uyaranlarla dış uyaranlar arasında bir düzenleme yapılması ve bunların çevre koşullarına uydurulması
4. Doyumun sağlanmasına ve fiziksel çevrenin değiştirilmesine yönelik eylemlere geçilmesi.
Benlik temel olarak hem altbenlik isteklerini, hem üst benlik yasaklarını, hem de çevre koşullarını dikkate alarak uyumsal bir davranış ortaya koymaya çalışır. Bunu yaparken kimi zaman altbenlikle, kimi zaman da üst benlikle işbirliği yapar. Bu işbirliğini belirleyen etkenler benlik gücü ve olgunluğuyla. Üst benlik gücüdür.

B. Ruhsal Aygıtın Yapısal Varsayımı:

İd, Ego, Süperego
Topografik varsayımın ardından bunun tamamlayıcısı olan yeni bir kavram dizisi ortaya atıldı. Buna göre ruhsal aygıt üç parçadan oluşur: İd (alt benlik), ego (benlik) ve Süperego (üst benlik).
1. İd
Kalıtımla geçen, doğuştan varolan, yapıda yerleşmiş bulunan her şeyi içeren tamamen bilinçdışı bir parçadır. İç güdüsel dürtüler buradan köken alır. İd, ruhsal aygıtın güç kaynağıdır. Bilinçdışının tüm özelliklerine uyar. Bu nedenle gerçeklikle ve dış dünya ile bağı yoktur. Burada egonun yardımıyla boşaltılabilen iki temel dürtüsel enerji vardır: Cinsellik ve saldırganlık.
2. Ego
Ego, ruhsal yapının düzenleyici ve uyum sağlayıcı parçasıdır. Bu görevini şu yetileriyle gerçekleştirir:
• İçten gelen dürtüsel gereksinimleri algılar.
• Dış dünyanın koşul ve durumlarını algılar.
• Sentez yeteneğiyle dürtüleri üst benliğin istekleri ve çevrenin durumuna göre düzenler ve uygun bir niteliğe sokar.
• Yürütme yetisiyle istemli davranışı eyleme geçirir.
Kısaca benliğin görevi organizmayı acıdan koruyarak doyuma ulaştırmaktır. İd tarafından dayatılan dürtüler bekletilmeyi istemez, derhal doyum ve haz ister. Çocukluk çağındaki davranış bu kalıba uyar: İsteği yerine getirilmeyen çocuk beklemek bilmez, ağlayarak tepki koyar. Bu durum erken çocukluk yıllarında idin ego üzerinde baskın olduğunu gösterir. Zamanla çocuk dürtülere baş etmeyi öğrenir ve egosuna güç kazandırır.
Buradan şu sonuca varıyoruz: İdde egemen olan haz ilkesidir; oysa egoda gerçeklik ilkesi üstündür. Gerçeği değerlendirme yetisindeki kayıp aslında egonun kudretini yitirmesidir.
3. Süperego
Bir çocuk yaşamının ilk yıllarında iyiyle kötüyü, yanlışla doğruyu sadece dürtüsel doyumuna göre değerlendirir. Zamanla başta anne ve baba olmak üzere toplumdan gelen uyarılarla benliğin bir parçası değer yargılarını içeren özel bir bölüm olarak ayrılmaya başlar. İşte bu süperegodur. Süperego gelişiminin öncülleri korku ve utanç duygularıdır.
Kısaca süperego insanın vicdanıdır ve yaşantıdaki belirtisi suçluluk duygusudur.

C. Dürtü Kuramı:

Ölüm Dürtüsü ve Libido – İçgüdüsel Kuram
Libido (içsel enerji) ve gelişimini ele alan kurama içgüdüsel kuram adı verilir. Bir canlı türünün öğrenme gerekmeden örgütlü, sürekli olarak bir amaca yönelik davranmasını sağlayan içsel güce denir. Freud’a göre içgüdüler doğuştan vardır. İçgüdüler gelişmeyle ayrışır. İçgüdülerin gelişmesi altı yaşına kadar olduğundan, psikanalitik görüş kişiliğin temelinin çocuklukta yani üretken olmadan önceki çağda atıldığını savunur. Çocuk dünyaya geldiğinde libidonun gücüyle davranışta bulunmaya başlar. Çocuğun bedeni libidoya doyum sağlayabilecek niteliktedir. Bu doyum birçok dönem geçirerek toplumsal bir nitelik kazanır. Libidonun gelişme dönemlerine psikoseksüel dönem denir.
Freud’a göre yetişkin bireylerin kişilikleri arasında görülen farklılıkların, altı yaşına kadar geçirilen üç ayrı psikoseksüel aşamadan meydana geldiğini belirtir.
Freud, ruhsal aygıtta iki temel dürtünün varlığından söz etmiştir. Bunların birincisi yıkıcı dürtüleri başlatan güç olan ölüm dürtüsüdür. Böyle bir dürtünün varlığı gerçekte çok tartışmalıdır ve günümüz ruhbilimcileri bu kavramı pek tutmamıştır. Yaygın görüş saldırganlık dürtülerinin engellemeler sonucu sonradan ortaya çıktığıdır. Libido, cinsel dürtünün dinamik belirtisidir. Libido kuramı daha çok benimsenmiş olmasına rağmen içerdiği cinsellik kavramı nedeniyle çok sansasyonel olmuştur. Bunun nedeni ise Freud’un kullandığı “cinsel” teriminin bu çevreler tarafından dar bir kalıba oturtulmasından kaynaklanmaktadır. Freud’a göre sevilen her nesnenin cinsel bir niteliği vardır. Yani haz elde edilen şey cinsel bir nesnedir.

Libido temel olarak aşağıdaki özellikleri taşır:
• Libido bir dürtüler bütünüdür. Bunların her birine öğe dürtü denir. Mesela oral, anal, genital dürtüler.
• Her öğe dürtü kendi kaynağının özelliğini taşır ve bu kaynaklara erotojenik bölgeler denir: Oral, anal, genital bölgeler.
• Her dürtünün bir amacı ve nesnesi vardır. Amaç boşalma ve doyumdur.
• Bir öğe dürtü bağımsız veya başkasıyla birlikte bulunabilir: Mesela cinsel doyum için ağız ve cinsel organlar beraber veya bağımsız olarak kullanılabilir.
• Dürtüler birbiriyle yer değiştirebilir. Bu şekilde bazı dürtüler cinsellikle olan ilişkisini kaybederler.
Libido başlangıçta bedenin kendisine yatırılmıştır. Bu duruma birincil narsizm denir. Zamanla gelişen egonun etkisiyle dışarıdaki nesnelere libidanal aktarım yapılır. Ancak libidonun bir kısmı her daim bedenin kendisine yöneliktir. Bu yaşayabilmek için gereklidir; zira bu, insanın kendisine olan sevgisidir. Yetişkin çağda birey ağır güvensizlik durumlarında libidosunun tamamını tekrar kendi benliğine yöneltir, bu sürece ise ikincil narsizm denir. Bu durumda birey tamamen iç dünyasına çekilir ve gerçeklikle olan bağı kopar. Bu süreç şizofrenide belirgindir.
Sigmund Freud (1856-1939) kişiliğin gelişimini, bireyin bebeklik ve çocukluk yıllarına bağlamıştır. Freud’a göre bireyin kişiliği id, ego, süperego’nun birleşiminden oluşmaktadır.
İd(o): Kişiliğin çekirdeğini oluşturur. Bireyin en kaba, en ilkel, kalıtımsal dürtü ve arzularını içerir. Bu ilkel kalıtımsal dürtülerden ikisi cinsiyet ve saldırganlıktır. İd, davranışlarımızın altında yatan psikolojik enerjinin kaynağıdır. İd, zevk ilkesine göre işler ve hiç geciktirilmeden bütün isteklerinin yerine getirilmesini bekler. İd, bekletilmeyi sevmez, bir dakika bile bekleyemez. İd, sonucu ne olursa olsun arzusunun hemen yerine getirilmesini ister. Sizin istediğinizi yapmayan kişiye karşı saldırganlık duygularını davet eder. Yaşamın ilk günlerinde çocuğun kişilik yapısı, boşalım arayan içgüdüsel dürtülerle yüklü id’den oluşur. Bu dönemde çocuk, bu dürtüleri erteleme, denetleme ya da düzenleme olanağına sahip değildir ve çevresiyle baş edebilme konusunda kendisinin bakımını üstlenen kişilerin egolarına tümden bağımlıdır. İd nesnel gerçeklerden bağımsız, öznel bir yaşantı dünyasıdır. Fazla enerji birikimine katlanamaz ve bu organizmada gerilim yaratır. Bu gerilimden kurtulabilmek için id, enerji birikimini bir an önce boşaltmak ister, buna id’in haz ilkesi denir. Bu ilke ile hareket ederken id, acıdan kaçınma ve haz duyabilme amacıyla iki süreçten yararlanır: Refleks eylemler ve birincil süreçler. Refleks eylemler, hapşırma ve göz kırpma örneklerinde olduğu gibi doğuştan var olan otomatik tepkilerdir. Bu tepkiler insanın gerilimini derhal giderirler. Birincil süreç ise, bir psikolojik tepki biçimidir. Gerilimi boşaltmak için, önce bunu ortadan kaldıracak objenin ya da kişinin bir imgesini oluşturur. Normal insanda birincil sürecin en iyi örneği, çoğu kez isteklerin ve ihtiyaçların anlatım bulduğu rüyalardır.
Ego(Ben): İd’i denetleyen yapıya ego denir. Doğuştan varolan ve zamanla gelişen ego insanın biyolojik yapısına ters olan veya gerçeklere uygun düşmeyen eylemleri bilinçaltına bastırır. Ego, kişiliğin gerçekçi yürütme organıdır. Gücünü id’den alır. Ego’nun görevi uyum sağlamaktır. Sevdiği için her şeyi yapan, bir inanç uğruna her şeyi yapan ego’dur. Eğer ego gücünün büyük bir bölümünden vazgeçer veya gücünü id, Süperego veya dış dünyaya teslim ederse uyumsuzluk meydana gelir. Ego’da hazlar yerine gerçekler egemendir. Haz prensibi burada geçerli değildir. Gördüğünüz gibi ego akılcı ve pratiktir. İd ise mantığı hesaba katmaz ve pratik değildir. İd bize hakim olsa ve hep onun etkisi altında hareket etsek canımızın çektiği her şeye atılır, yürürken önümüzdeki insanları iter, istediğimiz kişileri döver, bizi engelleyen kim olursa olsun ona saldırırdık. Ego burada devreye girerek bu sorunlara çözüm yolu bulma çabasındadır ki, kendi istediğini elde etsin, fakat toplumun da düzeni bozulmasın.
Süperego: Temel güdüleri ifade ederken, birey toplumun kural ve değerlerinin dışına çıkabilir. Bu kurallar çocukların davranışlarının ödüllendirilmesi veya cezalandırılması yoluyla büyükler tarafından çocuklara anlatılır. Bunun sonucu olarak çocukta zamanla süperego gelişir. Süperego toplumun yasalarını kapsar. Doğuşta varolmayan ve ancak gelişmeyle beliren süperego içimizdeki yargıçtır. Süperego, bizim adımıza düşünen doğru ve yanlışı kararlaştıran, bizi kollayan, koruyan bizim yerimize karar veren anne-babalarımızın emir ve yasaklarından ibarettir. Süperego, zamanla ailelerin ve toplumsal kontrol mekanizmasının yerini alan bir ideal benlik haline gelir. Kısacası çocuğun sorumluluk ve ahlaki duygularını oluşturur. İyi gelişmiş bir süperego otomatik olarak bilinçaltında id’in güdülerini kontrol eder. İdeal benlik zamanla ego tarafından bilinçaltına doğru itilmeye başlar. Böylece süperegonun bir bölümü bilinç dışına itilir.
Süperegonun bilinçte kalan parçasına biz vicdan diyoruz, bilinçaltında bulunan id ve süperego burada sürekli boğuşma halindedir. Ego da bu boğuşmada denge sağlayıcıdır. Bu nedenle ego bazen id’e bazen süperegoya yardım eder. Süperegonun temel işlevlerini özetleyecek olursak:
İd’den gelen içgüdüsel dürtüleri bastırmak ve yönlendirmek (özellikle hoş karşılanmayan cinsel ve saldırgan dürtüleri)
Ego’yu gerçekçi amaçlar yerine törel amaçlara yönelmeye ikna etmek

Kusursuz olmaya çaba göstermek

GELİŞİM PSİKOLOJİSİ

Gelişim psikolojisi

Gelişim psikolojisi, bireyin kronolojik yaşıyla onun davranışının türü arasındaki ilişkiyi inceler. Duyu organlarının yaşın ilerlemesine paralel olarak nasıl geliştiği, konuşma gibi oldukça karmaşık önemli bir davranışın, hangi yaş aşamalarında ne gibi gelişim basamakları gösterdiği gelişim psikologlarının üzerinde çalıştığı sorunlara birkaç örnek oluşturur. Gelişimsel psikolojinin diğer bir konusu da çocukların içinde büyüdüğü çevre özellikleriyle onun geliştirdiği davranış türleri arasındaki ilişkiyi incelemektir. Günümüzde gelişim psikolojisi çocuğun gelişimi ile ilgilendiği kadar, yaşlılık konusuyla da ilgilenir.

HOŞGELDİNİZ

Sayfamızın amacı psikolojinin alt dallarından gelişim psikolojisi hakkında bilgiler vermektir.
Gelişim psikolojisinin kısaca tanımını yapalım: Gelişim psikolojisi, bireyin kronolojik yaşıyla onun davranışının türü arasındaki ilişkiyi inceler.